Umuda Pedal yazılarının “Türkiye’den etkinlikler” bölümüne buradan ulaşabilirsiniz.
GBI 2018 yazıları bundan böyle burada olacak
Umuda Pedal olarak sayfamızda ekleyeceklerimiz olacak. GBI 2018 yazılarını bu bölümde bulabilirsiniz.
GBI 2019 yazıları bundan böyle burada olacak
Umuda Pedal olarak sayfamızda ekleyeceklerimiz olacak. GBI 2019 yazılarını bu bölümde bulabilirsiniz.
Umuda Pedal umutlar için pedallamaya devam ediyor. Bu kez Maltepe Velodrom’dayız!
21 Eylül 2019 Cumartesi sabahı saat 07.00’de Maltepe Velodrom’da Umuda Pedal’lamaya başlayacaklar. Hedef 24 saat içinde asgari duraklama ile 1750 tur sonunda 700 km mesafeye ulaşmak. Tek başına zorlu olan bu sürüşü seyretmeye, destek vermeye, birlikte pedallamaya davetlisiniz.
Diğer bir hedef de bu zorlu sürüşü Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı ve Kanser Savaşçıları Derneği adına iyilik projeleri ile taçlandırmak.
Rulörler ;
Sinan KARGI https://www.strava.com/athletes/1857602
Köken UZUNTAŞ https://www.strava.com/athletes/15472348
Özcan GÜLER https://www.strava.com/athletes/17824133
José BLASCO https://www.strava.com/athletes/1911039
Bağışlar için ;
6 Temmuz 2019 Bad Aibling’den Münih’e Anne yüreği, son (7.) gün ve kısa sürüş, Münih’e toplu sürüşle giriş, en büyük kaptan bizim Kaptan, varıştaki kargaşa, vedalaşma ve son akşamı geçireceğimiz otele gidiş
Anne yüreği
Bad Aibling’e geldiğimizde kamp alanına varmış olarak sevdiklerimizi ararız. Ben her seferinde eşimi arayıp salimen geldiğimizi duyurmuştum. Arada bir de yaşlı annemi aramaya bakmıştım. Görüntülüdür konuşmalar; görmeyi ister sevenlerimiz sevdiklerini. Annemle önceki gün konuştuğumda gözümü kızarmış bulmuştu. Dünkü varışımda, ki akşam saatleriydi, annem aradı. Merak etmiş, gözümün durumunu sormak istemişti. Anne yüreği… Daha ne söylenebilir ki.. Annelerimizin pamuk ellerinden öpüyorum.
Son gün
Her GBI Avrupa etkiniğindeki son gün aynı oluyor. Önce önceki günlerin yarısı kadar sürüş, sonra beslenme npktasında buluşma ve önceden belirlenmiş saatte polisçe kapatılmış yollarda polis eskortunda toplu sürüş. Bu kez de öyle oldu.
Bad Aibling’den sabah hareket etmeden önce son kez yaptık hazırlıklarımızı. Resimler çekildi ve yola koyulduk. Günlerin yorgunluğu vardı üstümüzde. Önümüzde birkaç yokuş vardı. Öyle ya da böyle, o yollar aşılacaktı. Çıktık yola. Yokuşlarda herkes aynı hızda çıkmıyor. Ayrıca etkinliğin ilk günlerindekinden farklı performansları olanlar da oluyor. Ben aşırı yorucu günlerin ertesinde güç kaybederim. Ali hızlanıyor. Şefik de öyle. Şefik giderek bir yokuş canavarına dönüştü! Ayten ve Anıl da güç kaybedenlerdendi. Hüseyin, ilk kez bu tür bir etkinlikte, yani peşpeşe günlerce sürmüş bir etkinlikte tek kişi idi aramızda, o da daha güçsüz sürüyordu. Erkan ve kaptan hep aynı kalmayı başaranlardan; sanki onca günlük sürüş onlara hiç koymamıştı. Sait de formunu korumuş görünüyordu; ki, onun
bisiklet geçmişi oldukça kısa. Hakan da daha yorgundu; maraton koşmuş olmasına rağmen bisiklet çalışmalarının sayısı son bir yıl içinde bir elin parmaklarından azdı.
Yorgunluk yalnızca pedala basmamızdaki performansa yansımıyor. Grup disiplini de bozuldu. Ayrı ayrı sürer olduk. Her ne olursa olsun, yolumuz fazla değildi. 53 km. yolu saat 14:00’e dek tamamlamış olmamız gerekiyordu. Sonuçta beslenme noktasına vardığımızda toplu harekete kadar biraz zamanımız vardı. Ağaç gölgelerini bulup çimlere uzandık ve uyuyakaldık. Eh, yorgunduk, hem de çok!
Toplu sürüşle bitirdik/En büyük kaptan bizim Kaptan
Hareket saati gelip çattığında son takadimizle kalktık ve toplu sürerek Münih’e girdik. Varış noktasına geldik. Sarıldık birbirimize. Teşekkürler ettik. En büyük teşekkürümüzse kaptanımız İlhan’a. Baştan sona grubu çok iyi yönetti. Hem keyif aldık, hem zamanında yol aldık, hem güvenli sürdük, hem de birbirimize destek olduk. Kopmadan sürdük. Riskleri önceden öğrendik. İlk yıllarda İlhan’ın ansiklopedik bilgilerinden yardımları fazlaca alırdık. Onun da danıştığı ansiklopedisi Ali’dir. Yine ara ara danıştık, yeni yeni bilgiler öğrendik. Ama ilk yıllara göre daha az oldu sanırım. Kaptan o koca cüssesine rağmen o yolların her bir santimini bisikletiyle yaptı, hiç bırakmadı ve içimizden gelebilecek “yoruldum, trenle gideyim” vb. seslere kulak tıkamamızı sağlayan canlı örnek oldu. Bu sürüşün sonunda gururla bu sürüşü tamamladığımızı ve birlikte diğer sorumluluklarımızı tamamladığımızı söyleyebiliyorsak, bunda kaptanımızın payı çok büyüktür. Sağol Kaptan!
Varıştaki kargaşa
Varış alanı geniş bir park alanı gibi idi. Çokça taşıt, aralara serpiştirilmiş değişik görevleri üstlenmiş çadır ve karavanlar, bir sahne alanı, bisiklet park yeri ve çevrelerde park etmiş olan araçlar. Bir yere yığılmış olan bavullarımız, bir yere yığılmış olan bisiklet çanta ve kutuları, onlara yakın birkaç kamyon, içecek servisi yapan bir araç arasından hareket eden onca bisikletçi ve eş dostları..
Hakan’ın dönüş uçağı bu akşama idi. O bir anlamda riskli sayılırdı. Varış saatinden sonra hızla bisikletini toplaması, sonra bavulu ve bisiklet kutusu ile alana yetişmesi gerekiyordu. Biz de onu geciktirmemek istiyorduk. Bir yandan fena halde evi özlemiş halde acaba ben de akşam uçağına yetişmeye çalışsam mı diye düşünmemiş değildim. Fark ettim ki Sabiha Gökçen’e akşam saatlerinde uçak yok; koşulları zorlamaya gerek yok demiştim. İyi ki de öyle demiştim.
Zira, bisiklet bavullarının arasında benim bavulumun olmadığını fark ettim. Benim bisiklet bavulunu zamanında Ali’den öğrenip almıştım. Az da parama mal olmamıştı. Başına bir şey gelmesi olaslığını azaltmak için de üstüne ismimi ve telefon numaramı kocaman yazmıştı sevgili eşim. Bu önlem yetmemişti anlaşılan.
Sonrası bir acz hissi. Görevlilere sorduğumda ilgisizlikleri, bir başkasına yönlendirip arkalarını dönmeleri, onca kalabalık içinde yapayalnız hissetmem.. Neyse ki uçağa yetişmem gerekmiyordu. Bisiklet bavulumu birisi çalmış da olsa, bir yerden bir kutu bulur, paketleyip yoluma gidebilirdim. Ama olan benim bisiklet bavuluma, daha doğrusu bana olacaktı. Üstelik bu organizasyon geçen yıl bir arkadaşımızın onlara emanet etmiş olduğu bisikletin de yok olmasına duyarsız kalmış ve birçoğumuzu bu etkinlikten soğutmuştu. İlhan’ın geçen yıl bu olay üzerine yaşamış olduğu üzüntüyü o gün gözlerinden görebilmiştim. Sonradan da çok uğraşmış olduğunu ancak sonuç alamadığını biliyordum.
Bu kez benzeri bir durumla karşı karşıya idik. Kaptan yine çok üzgündü. Beni hiç yalnız bırakmadı. Ekip de yalnız bırakmadı. Bütün görevlilerle konuştuk. Organizasyonun başındaki Michael ile konuştuk. O biraz süre istedi. Bu arada öğrenmiştim ki, iki kişinin daha bisiklet bavulları kayıp. Üstelik onlardan birisinin önümüzdeki haftaya hazırlamış olduğu giyileri ve özel eşyası da aynı bisiklet bavulunun içindeymiş.
Araştırmalarla anlaşıldı ki, kalabalık Katar grubu bisikletçilerinin görevlileri kendilerine ait olduğunu düşündükleri bütün bisiklet çantalarını almışlar. Bu arada dört tane daha fazladan almışlar ve biz üçlünün, yani bisiklet çantaları kayıp olanlarınkiler de onların arasında. İsmimin Mazhar olması bu işi kolaylaştırmış anlaşılan; ne de olsa Arapça’da yaygın bir sözcükmüş.
Biraz daha bekledikten sonra Katarlıların panelvanı geldi ve bisiklet bavullarımıza kavuştuk! Rahat bir nefes almıştık. Olan kaçırdığımız törene oldu. Kaptan ve ekip benim için onca uğraşırken töreni izleyememiş, yerimizi alamamıştık. Kaptan kaçırmış olduklarına ilişkin herhangi bir şey ifade etmemişse de onun bu onurlu anı yaşayamamış olmasından dolayı çok üzgünüm. O önce ekibini gözetmişti. Bir kez daha teşekkürler kaptan!
Ben de bazı önlemler almaya karar verdim. Bir tanesi ilk ismim olan Mehmet’i de bavulun üstüne yazmak. Ayrıca ülkemi de yazacağım. Bavula kilit takacak ve içine tracker yerleştireceğim. Belki biraz daha azalır bavulların “yanlışlıkla” yok olma olasılıkları. Ayrıca GBI’dan beklentimiz bu olasılıkları azaltmak için girişimde bulunması.
Vedalaşmalar
Vedalaşmalara geldi sıra. Hakan girmişti. Ayten de. Hüseyin ve Anıl bize yakın bir yerde kalacaklardı. Onları önceden yolcu ettik. Ali ve Şefik geri kalanların eşyasının yüklenmiş olduğu araçla otele gitmişti. Erkan, İlhan ve Sait de ben beklemişlerdi. Son resimlerimizi çektik ve GBI’ya veda ettik.
Otel
Otelde ilk işimiz bisikletlerimizi kutu-çantalarına koymak oldu. Duş, yemek derken Münih şehir merkezine gidip dolaşmaya mecalimiz kalmadığını da anlamış olarak erkenden odalarımıza çekildik. Evimizi özledik. Sabah evim evim güzel evim..
Yazan: Mazhar Çelikoyar
5 Temmuz 2019 Innsbruck-Bad Aibling 6. günümüz, acıyan popolar-ayaklar-bacaklar-kollar-vücudumuza rağmen neden sürüyoruz bisikletlerimizi, Kufstein, yokuştan kaçış ama bozuk yolda sürüş ve akşama kamp alanında içecekler bedava!
5 Temmuz 2019
Innsbruck-Badlain
6. günümüz, acıyan popolar-ayaklar-bacaklar-kollar-vücudumuza rağmen neden sürüyoruz bisikletlerimizi, Kufstein, yokuştan kaçış ama bozuk yolda sürüş ve akşama kamp alanında içecekler bedava!
Acıyan popolar-ayaklar-bacaklar-kollar-vücudumuza rağmen neden sürüyoruz bisikletlerimizi
Bu yaptığımız nasıl anlatılır, bilmiyorum. Gün boyu acı çekiyoruz. Hiçbirimizin acı çekmekten zevk almadığına eminim. Sporu, bisikletle yol katetmeyi, birbirimizi, doğayı seviyoruz. İçinden geçtiğimiz yerler çok göz okşayıcı. İyi ama, bizim yaptığımız sürüş bu tür keyiflere fırsat bırakmıyor. Çevir pedalı, popo acıdıkça seleden kaldırabilirsen kaldır ki acısı azalsın, ayaklarını arada bir pedal kilidinden ayır ki acısı azalsın, fırsat buldukça gölgede kal ki güneş seni daha az kavursun, çok nefes nefese kalırsan dur dinlen, ekipten ayrı kalmamaya bak, yolunu kaybetmemeye bak, aç kalmamaya bak, onun için öğle saatleri içinde bir restoran bulmaya bak, ayrıca ceplerine her tür enerji verici gıda koy, susuz kalmamaya bak ve enerjini idareli kullan ki önüne çıkacak yokuşları çıkabilesin, varış noktasına varabilesin.. Diğer yandan evimi, eşimi, düzenimi, araba koltuğunu nasıl da özledim. Hem de çok. İşte bu satırlarla bizi biraz olsun anlatabildim mi?
Bu ekiple kafa dengi olduğumuz kesin. Öyle ki, bu etkinliklerin daha fazlasını da istiyoruz. Neden? Okuyanlar tahmin edebilirler miydi, bilmem. Bize muazzam bir itici güç veren hedeflediğimiz proje oluyor. Daha doğrusu, bir yarar sağlayabileceğimizi bilmemiz. O yokuşları, o kilometreleri aşıp gitmemizi, bütün eziyeti yok saymamızı sağlayan o yararlı olma isteği. Çocukların gözlerindeki ışıltı, gönüllü öğretmenlerin çırpınışlarını gördükçe başka türlü düşünmek olanaksız. Sürüş sırasında, sürüş gününün sonunda bağış durumunu heyecanla kontrol ediyor, artışlara çoşkuyla seviniyor ve önümüzdeki dönemde bu sevinci Mardin Savurlu çocuklarla nasıl paylaşacağımızın planlarını yapıyoruz.
Bugünkü sürüşten notlar
Sürüşün rutinlerini daha önce paylaşmıştım. Sabah kahvaltı-bavul toplama-kamp alanına ulaşım-bisikletlerini toplama vs. yapıp yola koyulduk. Bugün yokuşların çok az, çok minik olduğu bir sürüş yapacaktık. Güzergahın bir yerinde sağlam bir tırmanış vardı. Onun da çevresinden Ali’nin kılavuzluğunda dolanmayı planlamıştık. Güzergah uzunluğu ise 130 km. idi.
Sürüş-kahve molası-yeniden sürüş-öğle yemeği de rutinlerimiz arasında. Öğle yemeği için Kufstein’de temiz bir restoranda durduk. Karnımızı doyurup yola koyulduk. Sıcak altında sürüşlerimizden sonra, hele dünkü tırmanıştan sonra pancar turşusuna dönüşmüş halde idik. O halde yollara koyulduk. Bir aşama Ali bizim önümüze geçti ve bizi ana rotadan çıkardı. Bu kez bir baraj gölü kenarındaki toprak yollara soktu. Köprü altlarından yürüyerek bulduğumuz bir yoldu. Nerden bulduysa? Bu kez sürüş başka bir eziyete dönüştü. Ali de bıyık altından gülerek “eh, bu da bir bisiklet çalışmasıdır; bunu da yapmalısınız” dedi. Birkaç km. böylece sürdükten sonra yeniden asfalta dönünce bir oh çektik! Çok da oh çekmeye gelmiyor; popolarımız artık öyle acıyor ki…
Velhasıl, yolumuzu kazasız sorunsuz tamamladık. Kamp alanına geldik ki, bu akşam kutlamalar varmış. İçecekler bedava idi! Yedik, içtik. Ayrıca Bavyera müzikçilerini dinleyerek günü tamamladık.
Yazan: Mazhar Çelikoyar
4 Temmuz 2019 Brixen-Innsbruck Tırmanışla başladık, 55 km tırmandık, sonra yine tırmandık, bitti derken yine tırmandık, eziyet çektiğimize değdi mi?, Bülent Tüzün
Biz bu sabah tam kadro sürmeye başladık. Hepimiz de track 1’i seçmiştik. Toplamda 1600 mt tırmanış yapacak, 100 km kadar da sürüş. Yola koyulduk. On km. kadar yol almıştık ki, Ali ve Sait vazgeçtiler. Onlar tren istasyonuna kadar sürüp oradan trenle Innsbruck’a varmayı yeğlediler. Eh, bisiklet tanrısının da gazabına uğramışlar; yolda lastikleri patlamış!
Geri kalanlarımız tırmanmaya koyulduk. İlk 10 km. trafikli yollarda yol aldık. Sonra bisiklet yollarına geçince durum fark etti. Yeşilliklerin içinde ve kimi zaman da nehirlerin yakınlarında yol aldık. Ihlamur kokuları geldi burnuma.
Yaklaşık bir saat on beş dakika yol almıştık ki, ekibin kafein ihtiyacı belirdi. Bir kafe molası. Sonrasında tırmanmaya koyulduk. Tırmanış hızı düz yola göre çok düşük kalıyor. Tırmanış eğimleri genelde daha hafif seyretti başlarda. Ara ara %12-13’leri bulan kısa yokuşları da idare ediyorduk.
Öğle saatlerinde şirin bir kasabaya geldik. Avrupa’da restoranların büyük kısmı saat 14:00’den sonra yemek servisi yapmadığı için orada öğle yemeğini yemeğe karar verdik. Oysa o saate dek yalnızca 33 km yol alabilmiştik. Ben de kaygılı idim. Bizi bekleyen en az 20 km daha tırmanış vardı. İşin içinde akşama geç kalmak var.
Neyse, yemeğimizi yiyip kalkmamız saat 14:00’ü buldu. Hava da iyice ısınmıştı. Günün sonunda pancar gibi kızardığımızı söyleyebilirim. Tırmanmalar biraz daha dikleşti. Bir dik tırmanış sonrası daha hafif ama uzun br tırmanışa geçtiğimizde ben ekipten geride kaldım. %2 ile %4 arası uzun uzun uzanan yolda ilerlerken yerçekiminin etkisi ile geriye kayan vücudumda seleye en çok basan yerlerden bağırtılar geliyor, ben de oflaya puflaya yol almaya çalışıyordum.
Kilometreler önümüzde uzanırken yüz metrelerle zor yol katediyorduk. Ekipten geride kalmıştım. Kaybolacak bir durum değil. Bisiklet yolu boyunca ilerliyorduk. Ayrıca yol bilgisayarım da bana yolu gösteriyordu. Derken bir ağaç gölgesinde Anıl’ın durmuş olduğunu gördüm. Yanına geldiğimde sordum: “beni mi bekledin?” O tatlı gülümsemesi ile başını salladı. Sonrasında onunla birlikte sürerek beslenme noktasına geldik ve ekibin geri kalanı ile buluştuk.
Biz de tırmanışı tamamlamış olduk diye sevinirken sonrasında habire yokuşlarla karşılaştık. Öyle böyle değil. %17’leri bulanlarıyla… Burdan sonrası kararlılıkla yolu tamamlamaya baş koymuş br halde sürüş idi. Canımız acısa da, yıldırıcı yokuşlarla karşılaşsak da sürecektik. Öyle de yaptık.
Genelde bisiklet yollarında sürmüşsek de ara ara trafikli yollara girmemiz gerekti. Innsbruck’a yaklaşırken bir iniş sırasında sol yanımda benim boyum yüksekliğinde bir lastik gördüm! Koca bir traktör ve arkasına takmış olduğu tır kasası uzunluğunda römork ile bizi yokuş aşağı sollamıştı! Çılgın sürücüler yalnızca ülkemize özgü değil.
Bugünkü sürüş GBI tarafında bu turun kraliçe turu olarak adlandırılmıştı. Sanırım en zorlarından birisi olduğu için. Ben de bu sürüşümü iki gün önce ayağını kırmış olan, doğa düşkünü sevgili arkadaşım Bülent Tüzün’e adıyorum. Ekipçe hepimiz TEGV Mardin Savurlu çocuklar için çalıştık. Aldığımı çok güel bir habere göre 80 bin TL’ye ulaştı bağışlar. Bağışçılarımız, destekçilerimiz sağolun, varolun.
Yazan: Mazhar Çelikoyar
3 Temmuz 2019 Trento-Brixen Yüz km. uzanan bir bisiklet yolu, papatyalar, menekşeler, elma bahçeleri ve gürül gürül akan Adige nehri, kafein düşkünü ekip, yağmur altında bisiklet sürüş, Anıl’ın doğumgünü
Yüz km. uzanan bir bisiklet yolu, papatyalar, menekşeler, elma bahçeleri ve gürül gürül akan Adige nehri
Bu sabahki rutinlerimiz aynı idi. Sabah kalkar kalkmaz bavul hazırlama, kahvaltı yapma, otelden çıkış, otobüsle kamp alanına gidiş, sonra da
bisikletlerimizi alıp ekiple buluşmak ve yola çıkış…
Planımızsa toplu sürüş idi. Hakan ve benim dünden fazlasıyla yorgunluğumuz vardı. Yaramazlık yapmış da uslanmış çocuklar gibiydik anlayacağınız. Ekibin geri kalanı da her zamanki uyumunda, son işlerimizi yapıp yola koyulduk.
Kamp alanından çıkar çıkmaz şehir içindeki bisiklet yollarına girdik. Şehirden çıkışımız 1-2 km.mizi aldı. Çok geçmeden Adige nehrinin yanında uzanan bisiklet yolunu bulduk ve kuzey yönüne doğru ilerledik.
Bisiklet yolunu “bisiklet yolu” diye adlandırmak haksızlık. Nasıl ki şehirler arası yoıllar kendi içlerinde sınıflanırlar, otoyol, duble yol, gidiş-gelişii yol vb. Bu bisiklet yolu daha öte sayılır. Hani derler ya bunda iyisi Şam’da kayısı! Bundan ötesi olsa olsa duble yol olurdu! Kesintisiz akıp giden kilometrelerce bisiklet yolu…
Daha ötesi, bisiklet yollarının konumları. Bu yolu nehrin yanına konumlandırmışlar. Nehir deyip geçmemek gerek. Adige nehri enlemesine sanırım 50 mt.yi bulan bir genişliğe sahip. Güçlü bir akıntısı da olduğu gözleniyor. Çevresine bereket taşımış belli ki. Her yerde elma bahçeleri, üzüm bağları, yeşillik, çiçekler ve kuş sesleri. Bazı yerlerde otoyolların yakınında seyrediyorken nehrin sesini duyma güç olabilir. Ancak bisiklet yolları ve nehir otoyoldan uzaklaştıkça nehrin sesinin ne kadar da güçlü olduğunu anlıyor insan.
Biz yol aldıkça bu güzellikler içimize nefesimizi çekercesine çekmeye çalıştık. Bununla birlikte harcadığımız efor, günlerce bası altında kalmış popolarımız, ayaklarımız da bize başka iç sesler ile sesleniyorladı, duymazlıktan gelemeyeceğimiz.
Kafein düşkünü ekip
Ekip bir süre sonra bir kahve molası vermeyi istedi. Kahve molası deyince Türkiye’de başka şeyler gelir akla. İtalya’da ise kahve! Espresso, americano, cappucino… Ekipte herkes de bu kahvelere bayılıyor, dahası kahvesiz yapamıyor; ben hariç! Bense çay düşkünüyüm. İnce belli bardaklarda tavşan kanı çayı karşımda bulduğum anlar yaşamımın sevinçli anlarındandır.
Gelgelelim, canım ülkemin dışında bu çayı bulmak çok zor. Sallama çay ile idare ediyorum. Onu da her kafede bulamıyorsunuz.
Neyse, kahve molamızı tamamladık ve yeniden yola koyulduk. Bir süre tempolu ve peloton tarzında gittik. Yolda çok hafif tırmanış vardı. Zorlanmaksızın yol aldık. Ta ki öğle saatlerin dek. Acıkmıştık. Bir pizzeria bulduk, bisikletlerimizi de güvenli bir yere koyabildiğimiz. Meğer restoranın sahipleri ve çalışanları Türkmüş. Daha da keyifli oldu. Pizzalarımızı ve tatlılarımızı yedik. Üstüne de demli çay içebileceğime dair bir umuda kapılmıştım ki, boş umut çıktı! Ne yapalım.Birkaç gün daha çaya hasret kalacağım. Sonra memlekete döner dönmez demlisinden bir çay içerim.
Yağmur altında bisiklet sürüş
Biz yemeğe oturmak üzere iken hafiften yağmur yağmaya başlamıştı.Yemek sırasında sağlam yağmur yağdı. Sonra kesildi. Yemekten kalktığımızda şeker Ali, Anıl & Hüseyin ile Sait yolculuğun geri kalanını trenle yapmaya karar verdiler. Eh, 60 km. bisiklet sürmüşlerdi. Yağmur da süreceğe benziyordu. Ben de Şefik’e sordum: “Ne dersin? Biz de trenle mi gitsek?” Şefik kararlı bir şekilde bisikletle devam edeceğini belirtince ben de aynısını yapmaya karar verdim. Şefik ile daha sonra konuştuğumuzda, “önceki yıllarda bu tür bir fırsatı (yani trenle yolu tamamlama fırsatını) hiç kaçırmazdım” dedi.
Trenle gidenleri haklı çıkaracak kadar değilse de sonraki 20-25 km boyunca yağmur yedik. Gerçi bu yağmur “ahmak ıslatan” türünden sayılabilir; ne de olsa hiçbirimiz ıslanmadık! Belirtmeliyim, bu doğaya yağmur öyle de yakışıyor ki…
Ekip bir kahve molası daha verdi. Bisiklet yolu yanında yer alan sempatik bir kafe. Ekip kahvesini içti. Ben de soğuk su!
Sonrasında yağmur kesilmişti. Nehir boyunca güzellikleri içimize sindirmeye çalışarak, sık sık fotoğraf çekmek için durarak bugünkü 106 km.lik sürüşümüzü tamamladık.
Anıl’ın doğumgünü
Anıl ile birçoğumuz GBI Avrupa 2016 etkinliğinde tanıştık. Çok tatlı, yumuşak başlı, zordan kaçmayan, ekiple hep uyumlu, destekleyici bir arkadaşımız. İyi ki doğmuşsun Anıl. Nice mutlu yılların olsun.
Yazan: Mazhar Çelikoyar
2 Temmuz 2019 Veronese-Trento Hakan ve Mazhar uzun parkuru seçip boylarının ölçüsünü aldılar, büyük ekip ise pek de yorulmamış, klavye parmak yorgunluğunu nasıl anlatabilir, her çıkışın bir inişi var
Bugün iki ayrı ekip sürüşü yaptık
Dün akşam aramızda yaptığımız konuşmalar sonucu Hakan ve ben uzun parkuru seçmeye karar vermiştik. Parkurun özelliği 10.-35. km.ler arasında 1750 mt. tırmanış olması. Toplam uzunluksa 107 km.
Geri kalan ekip ise track 1 diye adlandırılan, görece kısa parkuru seçti. Onlar da 88 km. yapacaklardı. Onların yollarının büyük oranda Adige nehri boyunca gittiğini sonradan öğrendik. Nehir boyu olan bisiklet yolu hakkındaki izlenimlerimi yarınki notlarda bulabilirsiniz.
Tırmanış
Dolayısıyla kamp alanından Hakan ve ben çıkıp kendi yolumuza koyulduk. İlk 10 km. çok hafif bir tırmanış vardı. Sonrasında tırmanış başladı. Hakan yakınlarda tam maraton koşmuş, son derece sportmen bir arkadaşım. Bense tırmanış deneyimleri olmuş bir bisiklet sürücüsü idim. Nasıl bir tırmanışla karşı karşıya olduğumuzu ise hiç bilmiyorduk.
Güzergahımız içinde yol aldıkça yeşilliklere, kuş seslerine, dik rampalara rağmen gökyüzüne doğru dimdik uzanan ağaçların arasına doğru ilerledik.
Tırmanışın ilk kilometrelerinde %5-8 arası rakamlarda tırmanırken bu eğimin makul olduğunu düşündüm. Çoğu yoldaki eğim öyledir; bunu da zorlanmaksızın çıkarız diye düşündüm. Sonra çıktığımız dağ bizi biraz zorlamaya karar verdi. %8’ler giderek %9, %9.5, %10 oldukça onları da tırmanmaya baktık. %11, %12, %13 olmaya başladığı anlar 10 rakamını ne çok sevdiğim düşünmeye başladım. Öyledir ya, futbol takımlarının en önemli oyuncuları 10 numarayı alırlar. Sınavda çok başarılır olursak notumuz 10 olur. Bir şey tam istediğimiz gibi ise “10 numara” deriz. Ben de eğim göstergesinde %10 rakamını gördükçe daha umutlanır, daha sevinir olmaya başladım.
Bir tırmanış ne ile anlatılır? Rakamlarla? Eğim yüzdesini ifade eden sayılar? Eğimin uzunluğu? Eğimi tırmanırkenki kalp hızımız? Nefes sıklığımız?
Bunların hiçbiri hissettiklerimizi anlatamaz. Rakamlarla eğim derecesine işaret edebiliyorsak da, tırmanış sırasında yaptığınız tek şey o yokuşu çıkmaya bakmak. Yalnız ne Hakan, ne de ben bunca uzun bir tırmanış yapmış değildik. Tırmandıkça tırmandık. Küçük molalar verdik. Mola verdiğimiz yerleri görece daha az eğimli yerlerde bulmaya baktık ki, pedalımızı yeniden takabilelim. Pedala geçmeli ayakkabı kullananlar içn bir ayağı taktıktan sonra diğerini de takabilmek için bisikletin biraz itme gücüyle ilerliyor, dengede kalıyor olması gerekir. Oysa yokuş yukarı bunu yapmak neredeyse olanaksızdır.
Yokuş giderek dikleşti. Artık %10’ları özlemle arar olduk. Yavaş da olsa tırmanmaya baktık. Ta ki bir noktaya kadar. O noktada Hakan da, ben de durup dinlenme kararı verdik. Ünümüzde uzanan yokuş daha da dikleşmişti. Dağcıların ne hissettiklerini, kısmen de olsa anlayabildik diyebilirim. Elinle uzansan tutacağın hissi veren bir tepe, gel gör ki çok zor.
Neyse, yeterince güç topladıktan sonra ağır ağır o yokuşu da tırmanmaya başladık. Bu arada belirtmeliyim, yaklaşık 20 km.dir tırmanmaktaydık. Yokuşu tırmanırken yol kenarında bir tabelada %19 yazılı idi! Onu gördükten sonra demoralize mi olduk, bilmem. 200 mt. kadar yolu yürüyerek tırmandık. Sonra eğim yumuşadı. Biz de bisikletlerimize yeniden bindik.
Neyse ki, zirveye gelmiştik. Sonrasında düz sayılabilecek bir yolda ilerledik ve sonra da inişe geçtik. Hakan’la durup bu tırmanışı başarmış olmamızı kutladık. Artık inişe geçmiştik.
Mola yeri
İnişe geçtikten az sonra yol kenarında bir restoran bulduk. Girdik ve öğle yemeğimiz olarak İtalyan makarnalarından yedik. Birer de bira içtik ve yeniden kutladık tırmanışımızı. Canımız çıkmıştı ama tırmanışı yapmıştık.
Mola verdiğimiz yerin ismini bilmiyorum. Yalnız öylesine bir manzara vardı ki.. Sarp ve yeşil yamaçlardan yüzlerce metre aşağıdaki Garda gölü ne de güzel görünüyordu. Çokça resim çektik oradan.
İkinci tırmanış
Karnımızı doyurmuş bir halde yeniden yola koyulduk. Derken yeniden yokuşlar çıktı karşımıza! Bizse yokuşları bitirmiş olduğumuz hissindeydik. Nerden çıkmıştı bu yokuşlar? Öyle böyle de değil. %12-%13’leri bulan diklikte yokuşlar. Neyse, başa gelen çekilir dedik ve tırmanışlarımızı sürdürdük. Tırmanışın başındakine göre güçten yoksun bir halde tırmanıyorduk artık. Yine de yaptık.
Her çıkışın bir inişi var
Ve sonunda inişlerimize kavuştuk. Saldık bisikletlerimizi bayır aşağı. Bu dağın yollarında sık sık keskin dönüşler var, İngilicesi ile hairpin adı verilen. Yani saç firketesi. Kaç tane vardı; sayamadım. Ama çoktu.
Sonrasında düzlüğe geldik. Yorgunduk. İniş de çok kolay sayılmazdı. Hızlanarak insek de pürdikkat iniyorduk. Bir de bu güzergah motorsikletçilerin hobi turları için kullandıkları bir güzergahtı besbelli. Çok sayıda motorsiklet ekibi ile karşılaştık. Onların da çok tekin kullandıkları izlenimi edinmedik. Nitekim, bugün GBI’dan bir bisikletçi ile çarpışan bir motorsikletçi olmuş. Bisiklet ortadan ikiye ayrılmış. Bisikletçide de çok sayıda kırık varmış.
Detlef
Düzlükte bir bisiklet yolundan ilerlemeye başladık. Nehir kenarında yer alan bir bisiklet yolu. Bu arada yokuşu çıkarken yanında geçmiş olduğumuz, sonra yemek yediğimiz yerden kalkarken yeniden rastlaştığımız bir bisikletçi ile düzlükte bir kez daha karşılaştık. O bizim peşimizden gelmeye başladı ve hiç de bizden kopmadı. Yalnız bu adamın fiziği tüm fizik kurallarını alt üst eden tarzda. Enine boyuna denecek gibi; en az 140 kg ağırlığında birisi. O yokuşları nasıl tırmandı, sonra nasıl bizi yakaladı ve bizimle aynı hızda sürdü; anlaşılır gibi değil. Tanıştığımızda adını da öğrendik: Detlef.
Dileriz…
Detlef, Hakan ve ben son kilometreleri karşımızdan esen rüzgara rağmen yaptık ve kamp alanına vardığımızda gururluyduk. Hayatımızın en büyük tırmanışını gerçekleştirmiştik. Dileriz bu tırmanışımız Mardin Savurlu çocukların hayat tırmanışlarında küçük de olsa bir katkıya dönüşür.
1 Temmuz 2019 Montichiari-Veronese sürüşü, Bugün kırmızılar günü, Deniz özlemi, Doya doya yedik içtik
Montichiari-Veronese sürüşü
Bugünkü sürüş kısa idi. Toplamda 57 km. kadar süreceğimiz bir gün olarak organze edilmişti. Dolayısıyla bugün stres seviyesi düşük, söz yerindeyse “lay lay lom” bir sürüş sayılır bizim için.
Sabahki rutin hareketlerimiz, bavul topla-kahvaltı yap-servise bin-kamp alanında bisikletini al-ekiple buluş hareketlerimizin ardından çok oyalanmadan yola koyulduk. Yollarda ilerledikçe dünden bu yana dikkatimi çekecek kadar çok tarım arazileri olduğunu gördük. Mısır, şarap, buğday tarlaları göz alabildiğine uzanıyor. Dünkü 110 km boyunca uzanan ovanın Montichiari’den sonrasında da uzayıp gittiğini gördükçe bunca tarım arazisi varlığına şapka çıkarmak gerektiğini düşündüm.
Bugün kırmızılar günü
Bu sabah Şefik ve ben içinde çalıştığımız Florence Nightingale Hastanelerinin logosunu taşıyan formalarımızı giydik. Kırmızı rengimiz hem hastanemizin logosunun rengi, hem de Şefik’İn meşhur kızılşın bisikletinin rengi. Biraz da pancar gibi kızarmış halimizi de tamamlıyordu hani!
Bir de baktık ki, Amerikan Hastanesi’nden iki meslektaşımız, Erkan ve Hakan üzerlerinde Koç Healthline logoları taşıyan kırmızı formalarını giymişler. Gerçi bizim kırmızılarımız daha albeniliydi ama, olsun! Kaptan da kırmızı giymişti bugün. Eh, anlaşılan ekipçe kızılı seçmşiz.
Deniz özlemi
Dikkatimi çeken eksikse su yokluğu idi. Daha doğrusu, İstanbul’daki uzun geçmişimin bana sunmuş olduğu ve hiçbir zaman doyamadığım boğaz-deniz ile içiçe yaşamı özlemeye başlamışım anlaşılan. Her yer toprak, çakıl, taş ve çokça yeşillik. Ne de olsa orta Avrupa’da bir tur olacaktı bu. Milan’da küçücük bir göl ve yine minnacık bir kanal da görmüştük. Eh, yeter!
Bu düşüncelerle sokakların arasında ilerlerken bir anda karşımda denizi gördüm. Sevindim. Şaşırdım. Deniz? Ve dank etti. Göl! Kocaman bir göl Garda gölü.Kıyısında durduk, resimler çektik. Fıskiyeli havuzların kenarında serinlemeye çalıştık. Çeşmelerden su içtik, suluklarımızı doldurduk.
Sonrasında göl kenarındaki yolu izleyen güzergah boyunca ilerledik. Sıcak giderek kavurmaya başladı. Asfalt o sıcağı nasıl da yansıtıyor bize… Sonunda göl kenarında bir yer bulduk ve üstümüzdekilerle suya daldık. Bir oh çektik.
Doya doya yedik içtik
Yine yola koyulduk. Bir pazar yerinin içinden geçtik. Karpuz, kavun dilim dilim satıyorlardı. Aldık, yedik. Sonra da oraya yakın bir restoran bulup karnımızı doyurduk. Bu kez göl kenarında olmamızdan ötürü olsa gerek, etrafta çokça restoran vardı ve hepsi de açıktı.
Spagettilerimizi yedikten sonra yeniden yola koyulduk. Bir de baktık ki, son yokuşa gelmişiz. Orta Avrupa şehirlerini tepelere kurduklarını 2016’daki GBI turunda öğrenmiştik. Ikına sıkına, %13’ü bulan yokuşu çıktık ve kamp yerine vardık. Günü tamamlamıştık. Artık yarına hazırlanmak gerek.
Yazan. Mazhar Çelikoyar